Oldum olası kalabalık ailelere özenmişimdir. İnsanoğlu işte, kendinde ne yoksa onu ister. Fazlasıyla çekirdek bir ailenin mensubu olarak, ne zaman bol halalı, teyzeli, amcalı bir aile görsem içim cız eder. Ama en çok da bayramlarda!
Çünkü çekirdek ailenin bayramı hep biraz buruk, daha çok da trajikomik geçer.
Sabah “bırak dağınık kalsın” kılıklarıyla, hiçbir şey yokmuş gibi kahvaltı eden ev ahalisi, kahvaltının hemen ardından bir süreliğine ortadan kaybolur. Bu süre zarfında afyonunu patlatıp, günün anlam ve önemini kavrayan bireyler, çok geçmeden süslenmiş püslenmiş olarak teker teker ortaya çıkar. Salonda yan yana dizilip beklemeye başlamalarıyla bayramlaşmanın çıkış sinyali verilmiş olur. En fazla üç dakika süren öpüşme, sarılma ve kutlamadan oluşan “bayramlaşma” hadisesinin ardından evin küçüğü, aile bireylerine çikolata ikram eder. O esnada, aile arasında şakalaşmalar, kıkırdamalar falan olur. Bu hissiyat ortamında ahbaplarla yapılan telefon görüşmeleri ve kısacık mesajlaşmalarla birlikte ailenin adrenalin ortalaması epey yükselir.
Ama bir yere kadar…
Bir kere, her çekirdek aile üyesi çok iyi bilir ki, bayram boyunca kapılarına gelenler ya şeker toplayan çocuklar, ya davulcu ya da başkasına gelip yanlışlıkla zili çalan şaşkınlardır. Ama nedense, evde, sanki hep birileri gelecek de ortalık şenlenecekmiş gibi bir hava, bir de her kapı çalındığında oluşan manasız bir heyecan vardır. Hal böyleyken ne o giyilen kıyafetler çıkarılır, ne de evden dışarı çıkılır.
Bir süre sonra bu acayip bekleyişle sıkıntı sahibi olan aile fertlerinde yeme içme isteği uyanır. Ama henüz kimsenin bayramlaşmaya gelmediği bir evde bunu yapmak hiç de kolay değildir.
Bayram çikolataları dahil, mutfaktaki her şey hiç gelmeyecek misafirlerindir. Çekirdek ana tarafından ambargo konulmuş yiyecekleri yemek bir yana, tırtıklamak bile hayaldir. Çok zorlanırsa, bir ihtimal, kuşyeminden hallice bir iki parça koparılabilir ama görüp görülecek nimet o olur.
Hem evde grand tuvalet oturup, hem de mutfaktaki onca yemekten mahrum kalmanın etkisiyle bunalan yavru çekirdekler çok geçmeden kendilerini titreşim moduna alırlar. Usul usul dışarı çıkma hayalleri kurmaya başlayan bu zavallılar, baba çekirdek tarafından uğradıkları hışımla oldukları yere mıhlanırlar.
Bir süre sonra “bu saatten sonra gelen giden olmaz” denir ve işte o an, özellikle yavru çekirdeklerin kelimelerle tarif edemeyecekleri andır. Üzerlerine rahat bir şeyler alan aile bireyleri, şuursuzca mutfağa seğirtip adeta kıtlıktan çıkmışçasına böreklere, dolmalara yumulurlar. Bu sırada ana çekirdeğin tedbiri elden bırakmayan halleri gözden kaçmaz. Böreğin ortasıyla, dolmaların kalem gibi olanları yine gelmeyecek misafirler için bir kenara ayrılır.
Birinci gün, Türk televizyonlarının vazgeçilmez bayram klasiği olan bir Yeşilçam komedisiyle nihayete erdirilir.
Sonraki günler, aile nispeten daha rahattır. Ne de olsa ilk günün şoku atlatılmış, gerçek acı da olsa idrak edilmiştir.
Ana çekirdek, sakladığı besinlerin bozulacağı endişesiyle, neredeyse yoldan geçeni kolundan tutup mutfağa sokacak kıvama gelirken, baba çekirdek, yavaş yavaş içindeki gelenekçi kişilikten kurtulur.
Ama olan yavru çekirdeklere olur…
Onlar, bundan sonra bayramı, annelerinin yemek, babalarının tat, kendilerinin de oflaya puflaya sık sık hava kaçırdığı, bir zaman olarak hatırlayacak, bayramın gelmesini hiç istemeyecek, bayram yaklaştıkça fobik reaksiyonlar geliştireceklerdir. Tabii bir de, o beklenip de gelmeyen misafirlerle, yarım saat arayla zili çalıp insanı sebepsiz yere umutlandıran bacaksızlara karşı nahoş duygulara sahip olacaklardır.
Eee, ne demişler?
Hekimden sorma, çekenden sor!
İyi bayramlar!