4 Nisan 2012 Çarşamba

Gurbet içimde bir ok...




Çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı sorusuna cevap veriyorum:
Kesinlikle çok okuyan!
Zira gezmekten okumaya fırsat kalmıyor anacığım.
Uzun bir süre Ankara’ daydım. Kara kış mağduru olarak gidemediğim memleketimden yine aynı sebepten dönemedim. Aslında konumuma ve durumuma en uygun başlık şu olurdu:
"Tembel T. Bir Ankara Macerası"
Şimdi diyebilirsiniz ki Ankara' da gezilecek ne var da okumaya zaman bulamadın. Olabilir, saygı duyarım. Ama öyle değil işte! İnsanın doğduğu, büyüdüğü yer başka. Hasret kalma durumu söz konusu olduğunda yaşarken burun büküp, aklınıza bile gelmeyen yerleri mumla arıyorsunuz. Kavuşunca da başta sosyal medyada ilan etmek suretiyle gurbetin bünyeye verdiği tahribatı onarmaya çalışıyorsunuz.
İşte ben de onca gün, @ ora, @ bura diye diye vurdum kendimi Ankara sokaklarına. E ne yalan söyleyeyim, iyi de oldu!
Fakat bazı can sıkıcı tespitlerim de yok değil.
Şimdi insan bir yerden ayrılınca, ne bileyim bir şehir, bir okul, belki de bir iş yeri, zamanı da, anadan dünyalı, babadan uzaylı Evie gibi, o an durdurup, paket yapıp alıveriyor yanına. Sonra her dönüşünde o anı arıyor. Bazen kendi de farkında olmuyor ama halı altına ittirdiği beklenti toz gibi kalkıyor. İstiyor ki, her gidişinde bir Hollywood yıldızı gibi karşılansın, bir Justin Bieber kadar ilgi görsün.
Ama hiç de öyle olmuyor, üzgünüm.
Yeni bir hayata başlansa ve hatta gayet mutlu olunsa da, ara ara bulunulan mekandan ayrışıp geride bırakılanların bir tarafına tutunma çabası baş gösteriyor. Belki de insan unutulmaktan, eskimekten korkuyor. Ya da gözden ırak olununca gönülden de nasıl ıraklaşıldığını yaşayarak öğrenmek istemiyor. İşte tüm bu sebeplerden ötürü de anılarını da heyecanını da hep taze tutup hep taze bulmak istiyor.
Ama hayat hiç durmadan devam edip hızla değişiyor ve ona dâhil olan her şey de eskiyor.
Ay aman ne oldu yahu. Bir Ankara' ya gittim geldim, tarzım alaturkalaştı.
Keman içli içli başlamadan kaçayım!