16 Ağustos 2011 Salı

Homini, pufidi, tumba!

Geçtiğimiz Şubat ayında, Anadolu Üniversitesi tarafından Türk insanının tatil alışkanlıklarıyla ilgili yapılan araştırma bulgularına göre, Türkler için mükemmel tatil; deniz, güneş, kum üçlemesine eşlik eden yeme içme etkinlikleri dışında hiçbir şey yapmamakmış. 

Yani, varsa yoksa homini, pufidi, tumba!



Geçen yıl başlattığım “sağlıklı yaşam harekâtı” çerçevesinde sigarayı bırakan, organizmanın bu boşluğu doldurma çabasıyla aldığı kiloları itinayla geri veren, "30'undan sonra düzenli spor şart” deyip, demekle kalmayıp hemen icraata geçen biri olarak, o günden beri yaptığım tatillerde de kendimi kaybetmemeye özen gösteriyorum.

Ama, henüz döndüğüm şu kısacık tatilimde bir kez daha anladım ki etraf kötü!

Bireysel olarak kendini tutuyorsun da, kitlesel faaliyetlerde külliyen çuvallıyorsun. Sen yemem desen de eşin, dostun ziyadesiyle götürüyor. Bunca zaman bir dilim kepek ekmeği ile bir kibrit kutusu büyüklüğündeki peynirle doyan mide, doymayan gözle yarışamayınca, bir noktadan sonra haliyle bir çözülme oluyor.

“Amaaaaann”, diyorsun, “40 yılda bir tatile geldim!”

Yemezler!

Bana kalırsa, tatilde, insana ya bütün o mideye indirilenlerin hiç kalori muhteva etmediği ve vücudun yağ kitlesini teğet geçtiği gibi bir his ya da bir şuursuzluk hâsıl oluyor. Yoksa, bu mütemadiyen yeme içme durumu başka türlü açıklanamaz. Öyle sık aralıklarla öyle alakasız şeyler tüketiliyor ki, gören de uzun süredir aç bırakıldığınızı sanır.

Hayır, deli gibi yüzülse falan, bu, olsa olsa kaybedilen enerjiyi yerine koyma çabasıdır diyeceğim ama o da değil! Zira üç tarafı denizlerle çevrili güzel ülkemin güzel insanlarının deniz alışkanlıkları da bir acayip.

Yalnızca kıyıda durup, uzun uzun düşündükten sonra vazgeçenler, ayağını sokup belli bir seviyeye gelene kadar, genelde kaba ettir o seviye, ıslanıp, üşüyüp geri dönenler, yürüyenler ve deniz ortasında öylece dikilenler… Ha, bir de iskeleden koşup koşup atlayanlar var. Yok yok, koşup koşup atlayan ve tırmanıp tekrar atlayanlar. Ama bütün bu saydıklarımın içinde en fazla enerji harcayanlar onlar bence. Çünkü, koşarken kaymamak, atlarken çakılmamak gibi kaygılardan ötürü vücutta strese bağlı bir bitkinlik oluşabilir. Bir de yılların eskitemediği bir deve güreşi geleneğimiz var. “Hala mı?” demeyin, valla yakinen tanık oldum. Onlar da fena güç sarf etmiyorlar hani.

Yine de bütün bunların, ballı kaymaklı bir sabah kahvaltısının hemen ardından patates kızartması, henüz bir saat geçmemişken öksüz doyuran formatında bir öğle yemeği, kısa bir ara verdikten sonra dondurmalı profiterol ya da haşlanmış mısır ya da koca bir tabak dolusu midye dolma yemeyi, arada içilenleri hiç saymıyorum, gerektireceğini pek sanmıyorum.

Ayrıca, tüm bunların üstüne hazım kolaylaşsın diye içilen maden suyunun işe yaradığını da hiç zannetmiyorum. Kaynağından serum bağlatılsa ancak! O kadar yemeye sindirim sistemi mi dayanır? Hadi diyelim o dayandı, peki, büyüyen göbek, artan kilo, yükselen yağ oranı ne olacak?

Ondan sonra, bir sonraki “mükemmel” tatile kadar, gelsin şok diyetler, gitsin zayıflama jelleri ve tabii beşinci seferden sonra gidilmeyeceğini bile bile yapılan spor salonu üyelikleri. 

Bari ekmeksiz yesek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder