Uzun süredir yazamıyorum. Neden mi? E, çünkü ben bir tembel tenekeyim ve adımın hakkını vermek zorundayım!
İşin doğrusu, bir süredir mekanizmama sıkıntılar hâsıl oldu. İki gün iyiysem üç gün hastayım. Üzerimde bir şeyler dolaşıyor, hadi hayırlısı! Bir süre daha düzelemezsem bilimsel yollardan sapıp halime başka çareler arayacağım. Okuma, üfleme, kurşun döktürme, artık ne olursa. Çünkü hakikaten sıkıldım. Hasta olmak bir tarafa, bir de etrafa yansıyan mızmız, bir türlü iyileşemeyen, bezgin bir imaj var ki bana kalırsa o en fenası.
Neyse…
Durum daha kötüleşmeden, en önemlisi de ben bu durumu kanıksamadan vaziyete bir “heeeyt” çekip geçtim bilgisayarımın başına. Tabii bunda sevenlerimin etkili olduğunu da söylemeden edemeyeceğim. Yokluğumda pek bir özlenmiş, pek bir merak edilmişim. (Bir de hemen şımarmışım galiba!)
E, hal böyle olunca, ben de "hemen bir şeyler yazmam gerek" dedim, dedim ama ne yazacağım. Telefonuma, defterime küçük küçük notlar almışım ama noktaları birleştirince tavşan mavşan çıkmıyor. Kim bilir ne gördüm, ne geçirdim aklımdan da aldım o notları. Tabii üzerinden zaman geçince bir işe yaramıyor. Ben onlara, onlar da bana uzayıp giden bir boşluk içinde bakıp duruyoruz. Zira yazmak da diğer her şey gibi bir süre ara verip de yeniden döndüğünüzde “ah, canım nerelerdeydin sen, vah vah hasta mı oldun, yazık sana” demiyor. Anlayacağınız ayrılırken Hulusi Kentmen, döndüğünüzde Aliye Rona!
Dolayısıyla bu yazının gidişi gidiş değil. Şimdi oradan girip, buradan çıkıp, türlü laf cambazlıklarıyla konuya girmeyeceğim, daha doğrusu giremeyeceğim çünkü konu yok. Haliyle giriş, gelişme ve sonuç da yok!
Biz, buna en iyisi, uzun bir aradan sonraki ilk yazı diyelim. Isınma gibi bir şey yani.
İdare edin işte, bu da böyle olsun.
Hem zaten önemli olan yazmak, öyle değil mi?
Hem zaten önemli olan yazmak, öyle değil mi?