tatil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tatil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Temmuz 2012 Salı

Çocuğum yok derdim var!


Evli, çocuksuz ama teyze olarak, biri 3,5 diğeri 12 yaşında iki çocukla geride bıraktığım iki hafta sonunda, bir daha böyle bir tatil paketi almamaya karar verdim. 

Gelecek olası teklifleri şimdiden şiddetle reddediyorum.
Tamam, çok şirinler, evet birinci dereceden bir akrabalık var, hatta bu zaman zaman duygusal platformlarda daha garip bir yakınlığa da dönüşebiliyor ama tatile hayır!

Bir kere böyle bir tatile çıkmadan önce bunun, sevgiliniz, eşiniz ya da arkadaşlarınızla geçirdiğiniz tatillerle uzaktan yakından alakalı olmadığını bilin.

Öyle tatile geldim, derdi tasayı evde bıraktım durumu hiç yok. Yatağımdan kuş sesleriyle kalkacağım, kahvaltı keyfinden sonra huzur içinde kahvemi yudumlarken bireysel ve kamusal problemlere çok ama çok uzaktan bakacağım falan külliyen yalan. Gece gezmeleri, o bar benim yok yetmez bu bar da benim konusuna hiç girmiyorum zira o saate kadar bünye çoktan bırakın beni, size mani olmayayım moduna geçiyor.

Yatağınızdan ani bir afyon patlamasına sebep olacak şiddetteki bebek ağlamasıyla, tatil formatına hiç uymayacak bir zamanda kalkıyorsunuz. Kahvaltı masası kendinden geçmiş bir savaş meydanı. Plaja giderken yanınıza kitap, müzik çalar ya da şahsınıza özel bir eşya almayı falan düşünmeyin. Siz lojistik destek birimisiniz! Çantanızda bulunması gerekenler annenin bavulumsu plaj kitinden taşıp size aktarılan kova, kürek, kolluk, mama ve çeşitli bebe ve çocuk gereçleri.

Denize karşı şöyle bir keyif yapayım, aman nasıl olsa tatildeyim, beslenme alışkanlıklarımı da biraz esneteyim diyenlerdenseniz, sağlıksız tüketimlerinizi plajın ücra köşelerinde midenize yuvarlayın ya da çocuklara kötü örnek olmak, canlarını çektirmek vb. suçlamalarla yediğinize bin pişman olun.

Yanımda kim olursa olsun benim özel alanım var, kimse giremez türü prensiplerinizi geçici bir süreliğine devre dışı bırakın. Zaten bırakmazsanız sistem hata veriyor anlıyorsunuz Hanya’yı Konya’yı.

Anneye çocukları şikâyeti aklınızdan bile geçirmeyin. Hani onlar yokken ben vardım, kesin anlar beni tipi düşünceler sizin kafanızda yarattığınız hayaller.

Empati, sempati beklemeyin üzülürsünüz, benden söylemesi!

Diyelim tüm bunları sineye çektiniz, bunlar çocuktur dediniz. Bunun bir tatil olmadığını, orada olma sebebinizin süper donanımlı bir dadı ihtiyacı olduğunu geç de olsa fark ettiniz ve bu dünya şekerlerine canım feda sloganıyla kendinizden geçip hiçbir hizmeti esirgemediniz. Oynattınız, zıplattınız, didaktik kişiliğe büründünüz.

Peki, sonunda ne oldu?

Yine en kıymetli anneleri!

Şaka gibi değil mi?

5 Eylül 2011 Pazartesi

Pazartesi' nin suçu ne?


Nasıldı şu şarkı?
“They call it stormy Monday, but Tuesday's just as bad
Wednesday's worse, and Thursday's also sad”
Yani Türkçesi; Pazartesi’ ye fırtınalı derler ama Salı’nın da ondan aşağı kalır yanı yoktur. Ayrıca Çarşamba daha kötü ve Perşembe de üzücüdür…
Evet, böyle diyordu T-Bone Walker şarkısında ve ben de diyorum ki; 9 koca tatil gününün ardından şu saatlerde çoktan mesaisine ve kuvvetle muhtemel mızmızlanmaya başlamış olan yurdum insanı, sence de artık şu “pazartesi sendromu” masalını bitirmenin vakti gelmedi mi?
“Mazeretim var, bugün git yarın gel” diyorsan, seni yukarıdaki dizeleri tekrar okumaya davet eder, üstüne bir de “salı sallanır, çarşamba çarşafa dolanır, perşembe perişan olur” deyiveririm.
E, artık anlamazsan ayıp valla!
Taa, geçen hafta cuma günü gittiğin tatilin Pazartesi’sini, pazartesi olduğunu bile anlamadan geçir, gez, toz, gününü gün et, ondan sonra bugün gel, zavallı Pazartesi'yi sendromlu ilan et!
Üzgünüm ama sorun Pazartesi’de değil sende!
Yılda 52, ayda 4, haftada 1 de olsa ve aralarında hiç fark yokmuş gibi görünse de, aslında her Pazartesi yeni bir başlangıç ve esasen filmin koptuğu nokta da burası. Çünkü psikologlara göre, ne olursa olsun başlangıçlar sahip oldukları belirsizlikler ve bunların yol açtığı stres nedeniyle bünyeyi zorluyor. Bünye sahipleri de durumu kotarmak ve çok fazla hasar almamak adına durumdan bir tereyağı ve o tereyağından da bir kıl çıkarıveriyorlar.
Hem de büyük bir ustalıkla!
Tıpkı, ister 2 gün süren hafta sonu tatili, isterse 9 günlük bayram tatili olsun,hemen arkadan gelen Pazartesi’yi hiç suçu günahı yokken hastalıklı yaptıkları gibi…
Şöyle bir düşünürsen, tahrip gücü yüksek diğer başlangıçlara da, bkz. yeni iş, evlilik, doğum, askerlik, taşınma, okula başlama, korunma amacıyla, kolayca ve çoğu kez de şuursuzca nasıl kılıflar uydurulduğunu bulabilirsin.
Sinir patron, çorabını yerde bırakan koca, lohusasal nöbet, arızalı komutan konuyla ilgili hatırıma gelen ilk tamlamalar.
Liste böyle uzar gider…
Çünkü hayat devam ettikçe ne başlangıçlar biter, ne de insanoğlu ve kızının bahaneleri…
Nasıldı şu şarkı?
“Yoktur üstüne senin, güzeli çirkin yapmakta, suçuysa dünyaya atmakta”.

16 Ağustos 2011 Salı

Homini, pufidi, tumba!

Geçtiğimiz Şubat ayında, Anadolu Üniversitesi tarafından Türk insanının tatil alışkanlıklarıyla ilgili yapılan araştırma bulgularına göre, Türkler için mükemmel tatil; deniz, güneş, kum üçlemesine eşlik eden yeme içme etkinlikleri dışında hiçbir şey yapmamakmış. 

Yani, varsa yoksa homini, pufidi, tumba!



Geçen yıl başlattığım “sağlıklı yaşam harekâtı” çerçevesinde sigarayı bırakan, organizmanın bu boşluğu doldurma çabasıyla aldığı kiloları itinayla geri veren, "30'undan sonra düzenli spor şart” deyip, demekle kalmayıp hemen icraata geçen biri olarak, o günden beri yaptığım tatillerde de kendimi kaybetmemeye özen gösteriyorum.

Ama, henüz döndüğüm şu kısacık tatilimde bir kez daha anladım ki etraf kötü!

Bireysel olarak kendini tutuyorsun da, kitlesel faaliyetlerde külliyen çuvallıyorsun. Sen yemem desen de eşin, dostun ziyadesiyle götürüyor. Bunca zaman bir dilim kepek ekmeği ile bir kibrit kutusu büyüklüğündeki peynirle doyan mide, doymayan gözle yarışamayınca, bir noktadan sonra haliyle bir çözülme oluyor.

“Amaaaaann”, diyorsun, “40 yılda bir tatile geldim!”

Yemezler!

Bana kalırsa, tatilde, insana ya bütün o mideye indirilenlerin hiç kalori muhteva etmediği ve vücudun yağ kitlesini teğet geçtiği gibi bir his ya da bir şuursuzluk hâsıl oluyor. Yoksa, bu mütemadiyen yeme içme durumu başka türlü açıklanamaz. Öyle sık aralıklarla öyle alakasız şeyler tüketiliyor ki, gören de uzun süredir aç bırakıldığınızı sanır.

Hayır, deli gibi yüzülse falan, bu, olsa olsa kaybedilen enerjiyi yerine koyma çabasıdır diyeceğim ama o da değil! Zira üç tarafı denizlerle çevrili güzel ülkemin güzel insanlarının deniz alışkanlıkları da bir acayip.

Yalnızca kıyıda durup, uzun uzun düşündükten sonra vazgeçenler, ayağını sokup belli bir seviyeye gelene kadar, genelde kaba ettir o seviye, ıslanıp, üşüyüp geri dönenler, yürüyenler ve deniz ortasında öylece dikilenler… Ha, bir de iskeleden koşup koşup atlayanlar var. Yok yok, koşup koşup atlayan ve tırmanıp tekrar atlayanlar. Ama bütün bu saydıklarımın içinde en fazla enerji harcayanlar onlar bence. Çünkü, koşarken kaymamak, atlarken çakılmamak gibi kaygılardan ötürü vücutta strese bağlı bir bitkinlik oluşabilir. Bir de yılların eskitemediği bir deve güreşi geleneğimiz var. “Hala mı?” demeyin, valla yakinen tanık oldum. Onlar da fena güç sarf etmiyorlar hani.

Yine de bütün bunların, ballı kaymaklı bir sabah kahvaltısının hemen ardından patates kızartması, henüz bir saat geçmemişken öksüz doyuran formatında bir öğle yemeği, kısa bir ara verdikten sonra dondurmalı profiterol ya da haşlanmış mısır ya da koca bir tabak dolusu midye dolma yemeyi, arada içilenleri hiç saymıyorum, gerektireceğini pek sanmıyorum.

Ayrıca, tüm bunların üstüne hazım kolaylaşsın diye içilen maden suyunun işe yaradığını da hiç zannetmiyorum. Kaynağından serum bağlatılsa ancak! O kadar yemeye sindirim sistemi mi dayanır? Hadi diyelim o dayandı, peki, büyüyen göbek, artan kilo, yükselen yağ oranı ne olacak?

Ondan sonra, bir sonraki “mükemmel” tatile kadar, gelsin şok diyetler, gitsin zayıflama jelleri ve tabii beşinci seferden sonra gidilmeyeceğini bile bile yapılan spor salonu üyelikleri. 

Bari ekmeksiz yesek...