düğün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
düğün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Ekim 2013 Pazartesi

İkinci çocuk mevzuu



Ay iyi ki bir çocuk doğurdun, sana da yazacak konu çıktı demeyin çünkü bu aralar eldeki malzeme bu. 3 dakikada okunan gazeteyle 5 dakikada taranan internetten bir hayır gelmiyor. Ayrıca ben istemesem bile algım seçici. Aman idare edin işte; konumuz yine çocuk ama ikinci çocuk.

Yok, hamile değilim. Bir Nuri Alço komplosuna kurban gitmezsem mevcut ruh halimle de bir daha zor kalırım herhalde. Fakat istek çok. 

Üçe beşe bakmayıp meydanlardan çocuk diye seslenen başbakana atarlanan ahali sanırım Japonya'dan. Zira çocuğu görüp de ikinciyi sormayan tek bir Türk'e rastlamadım. 

Hayır, adama özel hayata karışma, yatak odama bulaşma diyorlar da kendileri ne yapıyorlar? Sevgilin olur, nişan ne zaman derler. Yüzüğü takarsın, düğün isterler. İmzayı çakarsın, e hadi çocuk derler. Çocuğu yaparsın bu sefer de ikinci diye tuttururlar. Bu ne iş ben anlamadım. Ya bir elindekiyle yetin, bir mutlu ol. Yok! Zaten bunlardan başka memlekette de yok. 

Aman karşındakini kırmayayım diyorum, suni suni sırıtıp konuyu geçiştirmeye çalışıyorum olmuyor. Kısmet diyorum, hayırlısı diyorum, yok, tam gaz devam; ikinci ne zaman da ne zaman. Bir gün piyango birine vuracak, içimdeki mahalle kadını ortaya çıkacak ama bakalım ne gün.

Yok kardeşsiz olmazmış, yok tek çocuk problemli olurmuş, yok arayı açmamak lazımmış, efendim ikisi bir arada çıkarmış. Meğer etrafımdaki herkes pedagogmuş da benim haberim yokmuş. Keşke aralarında bir tane de psikolog olsaydı. 

Ya yeni doğuran kadının üstüne bu kadar gidilir mi? 

İnsanın yapacağı varsa da inadına doğurmayası geliyor. Ama aleme hava hoş tabii, konuşur da konuşurlar. Yapacak olan ben, doğuracak olan ben, e sonunda bakacak olan yine ben. Öyle kapıdan geçerken uğrayıp, canım cicim yapıp, iki mıncırıp gitmek güzel tabii. Onu yaparken de "ay aynı babaaa" diye sevip insanı iyice sinir ederler ki bu ayrı bir yazı konusudur. 

Velhasıl kelam, kimse kimsenin işine karışmasın efendim, karışmasınlar, karışmayın!

Hadi bana eyvallah.










4 Ekim 2011 Salı

Kız tarafından düğün değerlendirmeleri


Bol düğünlü bir dönemin ardından izlenimlerimi aktarmak farz oldu.

Hemen başlıyorum.
Şimdi efendim, ister kızın, ister darılın ama düğünler kadınlar içindir.
Neden mi?
Şöyle bir düşünün…
Hiç damatlık modeli biriktiren ya da hayal eden bir erkekle karşılaştınız mı? Peki “ben şöyle uzun kuyruklu bir smokin istiyorum” diyen bir damat adayı duydunuz mu?

Tabii ki hayır!

Hâlbuki kadınlar öyle midir?

Gelinlik modeli üzerine tez verecek donanıma sahip arkadaşlar tanıyorum!

Koca adayı olsun olmasın, her kadının hayalinde bir gelinlik vardır. Sorsan “ay yok valla hiç düşünmedim” der ama duy da inanma!

Zaten en çok onlardan korkacaksın!
Hal böyle olunca, kocayı bulup, teklifi de alan kadın, hemen hayallerini süsleyen gelinliği bulmak için harekete geçer. O gelinlikçi benim, bu gelinlikçi de benim der, her yeri gezer, bin tane model dener ve eninde sonunda muradına erer. E gelin bu, olacak o kadar.
Ama inanın bana düğüne davetli bekâr kızların işi gelinden çok daha zordur. Çünkü düğünler bekâr kızlar için sevgili ve dolayısıyla koca adayı edinilecek en iyi ortamlardan biridir. “Bekârlar masası” adlı oluşumun ortaya çıkması boşuna değildir. Bu sebeptendir ki, her genç ve bekâr kız, düğüne “gelin” olan sanki kendisiymiş gibi hazırlanır ve kendisi için bir külkedisi finali hayal eder. Bu kızlar, kendilerini göstermek için gecede en az 20 kere tuvalete gider, oynak parçalarda bir Shakira, bilemedin Asena edasıyla coşar. Ama işte o havalar bitip de, yalnızca eşi olanların arz-ı endam edeceği o malum şarkılar başlayınca, içlerine oturan o mahzunluğu çaktırmamaya çalışarak masalarına dönerler. Az önceki oryantalimsi tiplerin yerini, hanım hanımcık tipler almıştır. Olur da biri, hele de gözlerine kestirdikleri biri, gelip dansa kaldırmak isterse, yüzlerine dans kelimesini ilk kez duyuyormuş gibi bir ifade takınır ve “istemem yan cebime koy” eşliğinde piste çıkarlar. Bu basit bir dans daveti olarak görünse de esasen masadaki diğer bekâr kızlara karşı kazanılmış koca bir zaferdir.  
Diğer tarafta, geceye sevgilisi ya da kocasıyla katılan kadınlar için düğün, şayet arada kuvvetli bir biyolojik ya da hissi bağ yoksa ne yazık ki çiftin mutluluğu paylaşma arzusuna riayet etmenin dışında bir şey değildir. Evli olanlar düğünü kendi düğünleriyle kıyaslayıp kostüm puanlaması yapmakla, henüz evlenmemiş olanlarsa sevgililerine çeşitli imalarda bulunmakla meşguldürler. Kim bilir düğünlerde “biz de mi düğünü burada yapsak?” cümlesi nedeniyle kaç ilişki heba olmuştur.
Hiç şüphesiz düğünlerin en ağır topları kayınvalidelerdir. Kız tarafı olsun, erkek tarafı olsun fark etmez. Bu iki kadın, en az gelin ve o bekâr kızlar kadar düğünde ne giyeceklerinin derdine düşer. Giyecekleri kıyafetleri birbirlerinden sır gibi saklayan dünürlerin ilk karşılaşma anları görülmeye değerdir. Alenen birbirlerini süzen taraflar elbette kıyafetlerine bin tane kusur bulup, burun kıvırırlar. Ama o esnada birbirlerine iltifat üstüne iltifat yağdırırlar. Arada kantarın topuzunu kaçırıp dünürünü bırakıp direk gelini hedef alan ve bu sebepten beyazlara bürünen bir kayınvalideyle de karşılaşmak mümkündür. Onlar için söylenecek pek bir şey yoktur. İmzalar atılmadan önce gelini usulünce uyarmakta fayda olabilir.
Damat mı?

Düğün bitip de sabah olunca, kanındaki alkol oranı hızla düşerken yapılan tüm o tantananın kendisiyle hiçbir ilgisi olmadığını idrak eder. Ne yazık ki idrak edeceği daha çok şey vardır...  

Allah mutlu, mesut etsin!