Ankara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ankara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Kasım 2013 Perşembe

Sevişseydik iyiydi!

Üniversiteyi Eskişehir'de okudum. Ankara'dan yakın bir arkadaşım da aynı üniversitenin farklı bölümünü kazanınca yurtla falan uğraşmayalım, bir ev tutalım dedik. İlk gidişimizde şehrin merkezinde, penceresinin ucundan azıcık Porsuk nehri manzaralı bir yer bulduk ve okul bitene kadar orada  kaldık.

Üniversiteyi kazanmışız, yaşımız 18 olmuş ama ikimiz de hala ana baba kuzusuyuz. Ne yemek yapmayı biliriz, ne çamaşır yıkamayı ne de gömlek ütülemeyi. Koca şehirde tanıdığımız bir birbirimiz. Çaktırmıyoruz ama moraller bozuk. Her gün kös kös okula gidiyoruz. Henüz arkadaşımız olmadığından koşarak eve dönüyoruz. Bildiğimiz tek yemek makarna, lüksümüz patates kızartması. Kapıyı çalan yok, gidecek bir yer yok. İbo şarkılarının olduğu bir kasetimiz var, çok efkâr basınca takıyoruz onu teybe, bir de içebilirsek bir kadeh içki, olan biten bütün eğlencemiz bu. Memleketi özlemişiz, anneyi, babayı, kardeşi özlemişiz, Kuğulu Park'taki kuğuları bile özlemişiz. Bir sevişsek rahatlayacağız belki ama işte aklımızın ucundan geçmiyor. Ne salağız. 

Derken, bir iki arkadaş ediniyoruz. Benim okuldaki en iyi arkadaşlarım iki erkek. Hatta, birini kayıt günü babam tanıştırıyor benimle. Ne kadar dejenere bir aileden geliyorum anlayın. Bendeki de ahlaksızlık; hadi bir tane tamam, bir tane daha buluyorum, bir de yediğim içtiğim ayrı gitmiyor. Derken rezilliğin iyice dibine vuruyoruz; bu iki arkadaşım bize gelip gitmeye başlıyor. Bizim ev oluyor mu size kızlı erkekli ne idiğü belirsiz bir yer. Hayır, bu arada beraber yiyip içiyor, ders çalışıyor, kağıt oynuyoruz falan ama herhalde hepimizde var bir bozukluk; hiç birimizin aklına sevişmek gelmiyor. Oysa ev var, ana baba yok, kız var, erkek var, hatta ikiz yatak bile var. Ama ı ıh, öyle oturuyoruz. 

Bir gün yine okuldan çıkmışız, üçümüz geldik eve. Binanın önünde bizim kapıcı Kazım. İki erkekle binaya giriyorum diye bir bakış attı bana, ay ölsem yeriydi. Keşke deseydim "Kazım abi, merak etme sevişmiyoruz" diye ama işte man kafam, akla gelmeyen dile nasıl gelsin.

Birkaç gün geçmiyor; yönetici geliyor kapıya. "Eve giren çıkan belli değilmiş, şikayet var" diyor. Belli ki Kazım boş durmamış. Neye uğradığımızı şaşırıyoruz. Hemen babamı arıyorum, baban da yöneticiyi. Zincirleme bir telefon trafiğiyle evde hanım hanımcık oturduğumuza, vallahi de billahi de kimseyle sevişmediğimize başta Kazım abi olmak üzere tüm apartman sakinleri ikna ediliyor.

Ya, işte böyle, mezun olana kadar ne zaman eve arkadaşlar gelse, Kazım abi gözüyle gene yaptı yapacağını ama idare ettik işte. Artık cahilliğine, bilgisizliğine, yapacak işi gücü olmamasına verdik, onu öyle kabul ettik.

Hadi onu öyle kabul ettik de bu başbakanı ne yapacağız? 
Yahu, koskoca başbakan cahil olabilir mi? 
İşsiz güçsüz?

Yok, canım!

4 Nisan 2012 Çarşamba

Gurbet içimde bir ok...




Çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı sorusuna cevap veriyorum:
Kesinlikle çok okuyan!
Zira gezmekten okumaya fırsat kalmıyor anacığım.
Uzun bir süre Ankara’ daydım. Kara kış mağduru olarak gidemediğim memleketimden yine aynı sebepten dönemedim. Aslında konumuma ve durumuma en uygun başlık şu olurdu:
"Tembel T. Bir Ankara Macerası"
Şimdi diyebilirsiniz ki Ankara' da gezilecek ne var da okumaya zaman bulamadın. Olabilir, saygı duyarım. Ama öyle değil işte! İnsanın doğduğu, büyüdüğü yer başka. Hasret kalma durumu söz konusu olduğunda yaşarken burun büküp, aklınıza bile gelmeyen yerleri mumla arıyorsunuz. Kavuşunca da başta sosyal medyada ilan etmek suretiyle gurbetin bünyeye verdiği tahribatı onarmaya çalışıyorsunuz.
İşte ben de onca gün, @ ora, @ bura diye diye vurdum kendimi Ankara sokaklarına. E ne yalan söyleyeyim, iyi de oldu!
Fakat bazı can sıkıcı tespitlerim de yok değil.
Şimdi insan bir yerden ayrılınca, ne bileyim bir şehir, bir okul, belki de bir iş yeri, zamanı da, anadan dünyalı, babadan uzaylı Evie gibi, o an durdurup, paket yapıp alıveriyor yanına. Sonra her dönüşünde o anı arıyor. Bazen kendi de farkında olmuyor ama halı altına ittirdiği beklenti toz gibi kalkıyor. İstiyor ki, her gidişinde bir Hollywood yıldızı gibi karşılansın, bir Justin Bieber kadar ilgi görsün.
Ama hiç de öyle olmuyor, üzgünüm.
Yeni bir hayata başlansa ve hatta gayet mutlu olunsa da, ara ara bulunulan mekandan ayrışıp geride bırakılanların bir tarafına tutunma çabası baş gösteriyor. Belki de insan unutulmaktan, eskimekten korkuyor. Ya da gözden ırak olununca gönülden de nasıl ıraklaşıldığını yaşayarak öğrenmek istemiyor. İşte tüm bu sebeplerden ötürü de anılarını da heyecanını da hep taze tutup hep taze bulmak istiyor.
Ama hayat hiç durmadan devam edip hızla değişiyor ve ona dâhil olan her şey de eskiyor.
Ay aman ne oldu yahu. Bir Ankara' ya gittim geldim, tarzım alaturkalaştı.
Keman içli içli başlamadan kaçayım!