Eylül etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Eylül etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Eylül 2011 Salı

Araba Sevdası

Araba Sevdası, bana uzun yıllar önce okuduğum bir başka kitabı hatırlattı; Patrick Süskind’in Güvercin’ini…

Nedense bir güvercin yüzünden kendini yiyip bitiren Jonathan’la, bir kadın yüzünden günlerini, haftalarını ve hatta aylarını zehir eden Bihruz’u pek birbirlerine benzettim. Çünkü her ikisinde de biraz “fare dağa küsmüş, dağın haberi olmamış” durumu var.   


Elbette Türk edebiyatının ilk gerçek romanı kabul edilen Recaizade Mahmut Ekrem’in bu önemli eseri, bu kadar yüzeysel bir yorumla geçiştirilmemeli. Zira romanda “batılılaşma” uğruna özünden sıyrılmayı görev edinen, medeniyeti sözcüklerinin arasına sokuşturduğu Fransızca kelimelerde arayan, kafasının içinden çok, üstünü başını allayıp pullamaya uğraşan ve hatta arabalarına kendinden daha fazla ehemmiyet veren Bihruz Bey'in yaşadıkları ve dönemin gerçekleri, umutsuz ve bana göre biraz da garip bir aşk hikâyesiyle yumuşatılarak yansıtılıyor.

Diğer Türk klasiklerinde olduğu gibi, Araba Sevdası’nda da yabancı sözcükler bir hayli çok. Neyse ki, Beyaz Balina Yayınları’ndan çıkan kitapta, kelimelerin Türkçeleri parantez içinde verilmiş. Okumayı keyifsizleştirse de, kitabı “okunamama” ve tabii yarım bırakma durumundan kurtarıyor.

Herhalde 10 yıl sonra bana “Araba Sevdası” deseler, “yer aynası” derim. Çünkü romanın başlarında yer alan bu benzetme çok hoşuma gitti. Yer aynası, bir göl, bir deniz ya da aksinizi görebildiğiniz herhangi bir su birikintisi olabilir.  Bir de “uykumak” fiili. Okurken uyuyakalmaktan doğan bir eylem. Buna da bayıldım.

Araba Sevdası, tıpkı Tanpınar’ ın Huzur’ u ve Mehmet Rauf’ un Eylül’ ü gibi lisedeki edebiyat derslerine sıkışan kitaplardan. Adları ve yazarları kafamıza kazınan fakat okumaya teşvik edilmeyen…