televizyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
televizyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2012 Pazartesi

Vizontele 2012


Eve yeni televizyon alındı. Daha doğrusu, televizyon görünümünde çok işlemci bir alet. İçinde yok yok! Haliyle aygıtı çözmemiz biraz zaman aldı ama sonunda başardık.

Aslında bu tip durumlarda daha kısa sürede başarı sağlayabilmek de mümkün olabilir. Ama okuma eylemine karşı sınırlı yaklaşımımız bizi mağdur ediyor. Kullanma kılavuzlarını okumak yerine benimsediğimiz “bir yaşayarak öğrenme” tekniğimiz var. Belki de cihazın her tarafını kurcalamadan onu içselleştiremiyoruzdur, bilemiyorum. Sonuçta sıcakkanlı milletiz, dokunmayı severiz. Para vermeyen ATM’yi tekmelemek, cızırdayan radyoya çakmak âdetimizdir.
Fakat artık durumlar değişti. Teknoloji geliştikçe cihazlar kibarlaşıyor. Haliyle kıça parmak, enseye şaplak metodu yeni ürünlerde giderilemez hasarlar olarak bize dönebiliyor. Dolayısıyla kurcalama işleminde ölçüyü korumak şart. Yani yeni nesil cihazlarınızla seviyeli bir beraberlik yaşamanız gerekiyor; sarsmadan hırpalamadan.
Televizyon bu tip bir ilişkiye başlamak için iyi bir alet esasen. Zira uzaktan kumanda diye bir desteğe sahip. Daha en başından tavrını açıkça belli ediyor, bir nevi “ellenmekten hoşlanmam” mesajı veriyor. Ne var ki kurcalama müptelası insanımız yapacağını kumandayla da yapıyor. “Bakalım bu neymiş?”, “buraya basınca ne oluyor?”, “aa, şu mavi düğme ne işe yarıyor?” derken tak bir anda ekran kararıyor, hadi sil baştan.
Daha komiği, bilinç dışı eylemlerin sonucunda istenilen duruma ulaşmak. Zira sonradan hedefe nasıl varıldığı hatırlanmadığı için söz konusu başarının sevinci 3, bilemedin 5 saniye sürüyor. Hele bir de, aile bireylerinin tamamı devasa bir ekranın karşısında 3 boyutlu gözlükleriyle bekliyorsa... Vay o televizyonu aileye adapte etmeye çalışanın haline! Tabii burada, ailenin bir bölümünün televizyonla doğumlarından epey bir süre sonra tanıştıklarını unutmamak lazım. Her ne kadar uzaya fırlatılan köpek Laika, kopya koyun Dolly ve kısa mesaj sistemini görmüş ve sindirmiş olsalar da, oturma odasında özel gösterim yapacak olan Hollywood yıldızlarını beklerken hissettiklerini tahmin etmek hiç de zor değil! Tabii olayı tek taraflı ele almamak da fayda var. Azıcık da moderatörlüğü üstlenmiş şahsı düşünmek, bomba başında hangi kabloyu keseceğini bilmeyen insan hissiyatıyla kasılıp kalan bu zavallıya empati geliştirmek lazım. O sırada yapılacak en kötü şey kendisine müdahale de bulunmaktır. Aman ha! İyi niyetli de olsanız fayda etmez. Çatıya çıkıp görüntü arama durumundan da birkaç ışık yılı ötede olan bu durumu çözmek için geriye tek bir çare kalıyor: kullanma kılavuzu!
Okuyun anacım. Okumaktan zarar gelmez.
Ha, bir de bu televizyon bu kadar gelişti ama, Zeki Müren bizi yine de göremeyecek! 
        

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Hastalıkta ve sağlıkta!

Yaz mevsiminde klimasız bir arabadan daha kötüsü ne biliyor musunuz?

Klimalı bir araba yüzünden hasta olmak!

Resmen çarpıldım. Bütün hafta sonu elimi, kolumu oynatmadan karpuz gibi yatıp televizyon seyrettim.



Aslında önce, fırsattan istifade, izlenmesi gereken filmler listemi hafifleteyim dedim. Fakat evdeki teçhizat henüz dvdyi alıp sonra da onu cihaza yerleştirmeye yetmediği için bu projem bir kez daha ertelenmiş oldu. Hemen ardından daha az kol gücü gerektiren kitap okuma hevesine tutuldum. Bu sefer de, akan burun, yaşaran göz ve gıcıklanan boğaz üçlüsü tekerime taş koydu.

Velhasılıkelam, başparmağıma bel bağlayıp, elimde uzaktan kumanda, teslim oldum televizyona.

İnsan hastayken ya zaman geçmiyor ya da vücut arızalı olduğu için algılama yavaşlıyor. Zira kanepede geçirilen iki günden sonra, kendimi toparlayıp ayağa kalktığımda, günlerce uyutulmuşum gibi hissettim.

Neden sonra anladım böyle hissetmemin nedenini; tabii ki televizyon!

“Aaa, yok ben hiç televizyon seyretmiyorum, hayatta dizi mizi takip etmem” gibi bir iddiam yok. Gayet de güzel izler, eğlenir, neşeme bakarım. Ama işte, o kadar uzun süre seyredilince bu arkadaş, gösteriyor gerçek yüzünü.

Bir kere “saçma” ya da “acayip” sınıfına koyduğunuz programları yaklaşık 30 saniye izledikten sonra 31. saniyede neler olacağını merak etmeye başlıyorsunuz. Zıp zıp zap yaparken yavaş yavaş bütün o gördüklerinizi içselleştiriyor, daha çok da normalleştiriyorsunuz. Giderek garipsemekten uzaklaşıyor, daha çok uyuşuyor, hissizleşiyor ve tembelleşiyorsunuz.     

Amerika’da yapılan bir araştırma sonuçlarına göre mutlu insanlar televizyon izlemiyor. Mutlu insanların, yaptıkları aktiviteler ile mutluluk arasındaki ilişkinin incelendiği araştırmada, uyumsuz sonuç veren tek aktivite televizyon izlemek!

Aslında araştırmacı,  televizyona yapışıp kalmak sizi daha mutsuz eder ya da televizyonu kapattığınızda daha mutlu olursunuz demiyor ama şunu da söylemeden edemiyor:

“Zamanının çoğunu televizyon izleyerek geçirenler, bunu yapmayanlara oranla daha az mutlular!”

Gelelim Türkiye’ye...

Araştırmalara bakılırsa mutluluktan uçuyoruz!

Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yapılan “Aile Yapısı” araştırmasına göre Türkiye’de bireylerin yalnızca %3,4’ü televizyon izlemiyor.

Radyo Televizyon Üst Kurulu tarafından yapılan “Kadınların Televizyon İzleme Eğilimleri” araştırmasına göre ise kadınların %60’ı her gün 2 ya da 5 saat televizyon izliyor. Üstelik yaş, medeni durum, eğitim, meslek fark etmiyor.

E, televizyon da affetmiyor!

Şimdi gelelim benim analizime; verileri toparlıyorum.

Mutsuz insanlar televizyon izliyor. Türkiye’de yalnızca 3 milyon kişi televizyon izlemiyor.

Yani, “şu anda 70 milyon bizi izliyor” durumu yalan değil!   

İyi seyirler...