sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2012 Perşembe

3 boyutlu Titanic


Efsane gemi Titanic’i batırmaya doyamayanlar, bu yıl da kendisini denizin derinliklerine 3 boyutlu olarak göndermeye hazırlanıyorlarmış. Nisan ayında gösterime girecek olan filmin yönetmeni James Cameron, amaçlarının yeni jenerasyona Titanic’i beyaz perdede göstermek olduğunu açıklamış.  
Kardeşim, 1953 yılında yaptınız, yetmedi 1997’de bir daha. 2012’ye geldik hala Titanic. Derdiniz ne ben anlamadım ki! Sanki çekim tekniği güncellenince geminin kaderi değişecek. Batışı daha değişik seyredeceğiz, o kadar.
Ama belki de hepsi o kadar değildir! 
Bir su altı mafyasından şüpheleniyorum, demedi demeyin!
İnsanları denizden soğutmak, ürkütmek, kaçırmak gibi görevleri olan bir grubun işi bu bence. Yok, hiç öyle John Nash muamelesi yapmayın, gayet ciddiyim.
Güle oynaya izlediğiniz filmlerin etkilerini o anda anlamıyor olabilirsiniz ama bunların kokusu sonradan çıkıyor.
Bütün çocukluğum, denizde yüzerken acaba alttan Jaws gelir mi korkusuyla geçti benim. Ne zaman arkadaşlarla denizde açılsak hepimizin kulağında aynı müzik çınladı; dın dın dın dın dındındındındın… Sırf bu manyak balık yüzünden kırmızı bikini giyemeyenlerimiz bile olmuştur. 80 çocuklarının lügatinde köpekbalığı demek Jaws demektir. O önüne geleni yediği için dişleri yamuk yumuk kalan yaratık, kim bilir kaç çocuğun deniz sevgisini söküp attı içinden! Tamam, yetişkin kafanla izlediğinde saçma ve hatta komik bile gelebilir ama işte çocuk beynine sülük gibi yapışıp kalıyor o görüntüler, sesler, artık ne varsa. Bir de 2001 yılında, Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasında seçilmiş bu film. Niyeyse, hiç anlamadım!
İşte şimdi de bu lanetli gemi! 1953 sürümünde burada yoktum. 97’de, hadise ergenliğe denk gelince, durumu batan bir gemi dekorunda yaşanan hüzünlü bir aşk hikâyesi olarak algılamıştım. Daha doğrusu öyle olduğunu zannediyordum. Ta ki geçen son baharda bir gemi seyahatine çıkana kadar!
Film nasıl nüfuz ettiyse bünyeme, pencereden bakmasam gittiğini bile anlamadığım gemi, bir gece şiddetli bir yağmur fırtına ikilisiyle beşik gibi sallanmaya başlayınca beynimde o malum geminin direğinde yaşanan tüm oynaşma sahneleri bir bir yok oldu. Varsa yoksa çarpma ve batma! Bir de ne olursa olsun müziği kesmeyen orkestra. Gerçi sallantı esnasında bulunduğum yerde orkestra yerine piyanist şantör vardı ama olsun, yine de gözümü ayırmadım adamdan. “Deli değil herhalde” dedim, gemi batarken “çıstak, çıstak” çalmaya devam etsin.
Neyse ki korktuğum başıma gelmedi ama gelebilirdi. Nitekim geçtiğimiz günlerde Costa Concordia’nın başına gelenleri hep birlikte gördük ve aklımıza ne geldi, elbette Titanic. Bkz. haber başlıkları:“Titanic dehşeti”, “Akdeniz’ in Titanic’ i”, “100. Yılda 2. Titanic”
Hadi buyurun bakalım!
Yeni jenerasyon Titanic’i görmemişmiş. Yemezler!
Yakında o manyak balık da ortaya çıkarsa hiç şaşırmayacağım!

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Romantik komedi OUT, gerçek kesit IN!

İnsan neden romantik komedi türünde bir filme gider? Elbette dozu ayarlanmış, yapış yapış olmayan bir duygusallık içinde eğlenmek için! Peki, o zaman ben neden eğlenemiyorum? Neden kafamı boşaltmak için gittiğim her romantik komedi film sonrası bir sarsılma, bir hayattan kopma durumum var?
Sonunda anladım, size de anlatayım… Belki faydam dokunur.
Bu romantik komedi türü filmlerinde ya yakışıklı, ya kaslı, ya süper işi olan, ya zeki, ya komik, ya zengin, ya romantik bir erkek yoktur. Maalesef filmde burun buruna geldiğiniz adam hem çok yakışıklı, hem çok eğlenceli, hem zengin, hem süper kariyerli, hem de iflah olmaz bir romantiktir.
Filmin kadın kahramanına gelince… Aslında dışarıdan bakıldığında saçını alelade bir biçimde toplamış, kot pantolonu ve sıfıra yakın makyajıyla “hımm, ay ne var, ben bundan daha güzelim” dedirtecek kadar sıradandır. Amaaa işte o kadın hep fark edilmemiş bir güzelliktir ki, filmde yer alan bir parti, bir akşam yemeği, bir balo, vs. de kapak kızı tadında ortaya çıkıverir. İşte o anda da “hımm, ay aman, o kadar makyajı bana da yapsalar…” dedirtecek kadar sinir bozucudur. Ayrıca kadın zekidir, ileri düzeyde espri yapabilmektedir ve göğüslerini insanın gözüne sokmadan da seksi olabilmektedir.
Şablon gereği adam çok çapkındır, istese bu kadın gibi yüzlercesini bulabilir ama işte kazın ayağı öyle değildir. O kadında öyle bir şey vardır ki o her neyse diğerlerinde yoktur ve düşünmeyin sizde de yok, adam gider bu kadına âşık olur.
Filmin bu noktadan sonrasında kelebek kılığında iki tip vardır. Aslında aşk böcekleri de diyebiliriz. Süper uyumludurlar, adeta birbirlerini tamamlarlar. Hayatlarında minimum kavga, maksimum keyif vardır. Büyük bir aşkla saatlerce sevişirler. Bay ve bayan mükemmeldirler işte. Sonra, biraz heyecan biraz gerilim olsun diye araya mutlaka bir entrika, bir yalan, bir kalp kırıklığı falan sokulur. Ama en nihayetinde bay ve bayan harika birbirine yapışır, acayip mutlu olurlar. Sen de “ayyy, ne güzellll…” diyerek, ağzın açık kalıverirsin bu mutlu son karşısında.
Sonra ışıklar yanar. Gözün kamaşır. Yanına bakarsın. Hah, işte tam o anda filmin sende yarattığı tahribatın ilk etkileri ortaya çıkar. Alice'in Harikalar Diyarı’ndan roketle geri yollanmış gibi hissedersin kendini.
Yanındaki adam…

Filmdekiyle uzaktan yakından ilgili değildir.  Ya yakışıklıdır ya değil. Ya kaslıdır, ya göbekli. Ya iş koliktir, ya boş gezen. Ya çok gevşek, ya hiper asabi. Bir de çok komikse, kesin kısadır.
Yani az önce gördüğün adeta bir “üçü bir arada”, bir “yıka ve çık” model adamın yanından bile geçemez.
Peki, sen zamanında “ayyy, canım hepsi bir arada olmaz ama…” diye sevmedin mi bu adamı? Tamam, yüzü güzel değildi belki ama hani içi şahaneydi. Evet, göbekli ama sen onun en çok o haline bayılmamış mıydın? Sevişme sıklığınız günden güne azalırken, asıl olanın önce arkadaşlık olduğunu savunmamış mıydın? Hadi hepsini bir tarafa bırak, tüm olup bitenin bir senaryodan ibaret olduğunu bile bile gelmedin mi sen bu filme?
Şimdi bütün bunları sorgulamaya ne gerek var?
Sonuç olarak “bir romantik komedi film izledim, hayatım değişti” diyen var mı?
Yok!
Haa, bir de yanındakine sıkı sıkı sarıl, gerçek hayatta onu bulamayan çok!